31 Mayıs 2012 Perşembe

KAS YAPAYIM DERKEN GÖZÜNÜ ÇIKARMA

 Küçükten beri en iyi çizdiğim resim çöp adamlardı, zaten resimleride süsleyemiyordum kaslı      vücutlarla kendi vücudumu nasıl dolduracaktım ki kas yapılarıyla.. Her erkek hayatının bazı evrelerinde böyle bir vücut hayal eder. ( Kadınlar hayatları boyunca böyle vucütlu erkekleri hayal eder. en azından biz hayatımızın bazı evrelerinde bunu isityoruz)
 Tabiki bu vücutları yapmak için, iyi biz azim, tabiki bir altyapı, doğru beslenmek ve ister istemez spora başladıktan belli bir süre sonrada vücut geliştirme ilaçlarını kullanmaya doğru itiyor. Belki görüntü gittikçe umut verici oluyor ama ya kaybedilenleri kim yerine koyacak.
 Uzmanlar ölümcül riskler taşıyan bu ilaçların ülkeye kaçak yollardan girdiğini, özellikle yarış atlarına daha hızlı koşmalarını sağlamak amacıyla verildiğini anlatıyor. Besicilik sektöründe yaygın olarak kullanıldığı için bu ilaçların ruhsatlandırma işleminden Tarım Bakanlığı sorumlu oluyor ve Sağlık Bakanlığı'nın denetiminin dışında kalıyor. Dolaşım sisteminde kalıcı bozukluklara yol açan hormonlar, kalp krizi riskini artırmaktadır.
   İnsanın dış görünümü artık yeni dünya için çok önemli, ama kalıplara göre yaşamamak gerekiyor.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

LEZZETİN ADI BAYLAN



Kadıköyün simgelerinden biri olan Baylan Pastanesi yeni nesilin (aman, bizde o kadar esli nesil değiliz ) emek harcanmış  tatlara alışık olmadığı  türden tatları takip ediyorlar. 1923 yılından beri bu inanılmaz tatların peşinde olan firma yaptıkları işi sanat olarak görürler.İlk şube Beyoğlu Deva Çıkmazı’nda “Loryan” ismiyle açılır
Rahmetli dedemin bir anısını anlatmak isterim size; bir zamanlar genç olan dedem eski çapkınlardandır. O zaman taksimde buluştuğunu hanımefendiyi kup griye ve limonata içmek için baylan pastanesine götürmüş. Hoşbeşten sonra ayrılıp kadıköye geçen dedem oradada 16:00 daki randevusu için baylan pastanesine randevu verdiği başka bir hanımefendiyle tekrar kup griye ve limonata içerken şubenin malzeme sorumlusu sizi iki saat önce taksimdeki dükkanımızda görmüştüm sanki derken dedem o hızla neler olacağını anlayıp başka bir randevuya doğru yelken açmış.
  Bana baylan pastanesini sevdiren dedemi rahmetle anıyorum.
           Bende aynı baylanda belki aynı masasında ama bu sefer karımla karşı karşıya oturuyorum.

Diğer tatları tatmak içinde en kısa sürede bu büyülü dünya sizin o sıcak gülümsemenizi bekliyor.
                                         Sevgiler baylanın sevdalıları
                                      www.baylangida.com/iletisim.php

26 Mayıs 2012 Cumartesi

AFACAN YEMEK SEFASI 1

Bu adam olacak çocuk sanmayınki çatal kullanmayı bilmiyor. O sadece elinin lezzzetinide yemek istiyor. Benim can parem bebeğim. Bu Blog o afacan sayesinde içimdeki kıpırtının çoğalmasından alev alıyor.

25 Mayıs 2012 Cuma

BİSİKLET HERKESİN ÇOCUKLUK HAYALİ

    Evet evet sesinizi duyuyorum ah o eski günler diyen ve bugün pedalları nereye doğru çeviriyoruz millet sesleri sanki benim kulaklarımda .. Mahallenin gençlerinin en büyük lüksü olan bisiklet ilk olarak ilkel bir şekilde 12. yüzyılda çinde görülmüş. Ama ben o kadar eskilere gitmek istemiyorum.

Bizim mahallenin düz adamları genelde dağ bisikleti tercihi olan bir gruptu, nerde öyle bmx ile şov yapanlar, yada kontra ile tepetaklak olan gençlikten değildik biz, aman sağlam olsun bizi yolda bırakmasın mantığı güdüyorduk daha o günlerde..

Tabiki saçma sapan hikayelerimizde yok değildi; Bir akşam ben, (emir) fatih, togan ( bu çocuğu hiç sormayın) her geceki gibi florya da asayiş berkemal turu atıyoruz. Ben ve fatih önde terelelli lelli gidirken bizim togan sokaktaki ufak bir çocukla küfür dalaşına girmiş, oğlum bırak çocuk daha o demeye kalmadan meğer mahalle pusudaymışda haberimiz yokmuş, ejderha tipli bisikletler ile birlikte kıçımıza takıldılar. Kedi fare oyununda biz fare olmamıza rahmen hiç jerry gibi eğlenmiyorduk ve arkamızdakilerde sanki tom kadar avanak değillerdi. O gece Kuran ı hatim ederek mahalleye girip aynı zamanda yatağa nasıl girdiğimi bilmiyorum bile, kalan sağlar bizimdir ve togan kendi bokunu temizlesin mantığında kabuslar görerek sabahı yapıp erkenden togan ın kapısını çaldığımı hatırlıyorum. o gün Yusuf ile tanışmıştık sanki....

İşte o gün altımda olması gereken aletin taslağı sanki rüyalarımdaydı. Herşeyde olduğu gibi bisiklettede artık büyük bir teknoloji var. o çocukluk zevkide yavaş yavaş teknolojiye boyun eğiyor. Nerede o tırt tırt zil çalışları..

23 Mayıs 2012 Çarşamba

DERT NEDİR BİLİRMİSİN?


   Bazı insanlar beklemek için dünyaya gelirler, bazıları işlerini sevmezler , bazıları hayatlarını beğenmezler, bazıları duvarları arkalarına alırlar ama bazıları duvarın arkasını göremeyeceklerini bile bile o duvarlara sadece bakarlar.... ( Bu muhteremde bu duvara baka baka neredeyse 60 dakika öylece durdu, ne için mi? onu ona soracak cesareti kendimde ne yazık ki bulamadım vereceği cevaba karşılık bir cevap verememe korkusu yüzünden olsa gerek)

22 Mayıs 2012 Salı

..... DİYET SEVERLERİN EN ÇOK TÜKETTİĞİ YİYECEĞİN TEHLİKELERİ....


Tavuk yetiştiricileri yem kullanırlar ve bu yemde hayvan kemiği tozu kullanılması şarttır. Bu yemler yurtdışından gelir ve içinde hangi hayvanın kemiği var bilemezsiniz. Çünkü ülkemize kontrol ya da  ceza uygulaması yoktur.
 Tüm üreticiler tavuğa antibiyotik verirler. Tavuk kesimden 3 gün önce antibiyotik verilmemelidir.. Köylerde bile kesimden 3 gün önce kafese kapatılır ki fıkhi olarak temizlensin diye. Çünkü ttavuk her bulduğunu yer. Belki akrep yedi. Antibiyotikli tavuğun paketini açtığınızda  tavuk eczane gibi kokar.

Bazı üreticiler kesmeden önce bayıltıcı elektirik veriyorlar. Tavuğu banttan çıkarıp yere geri bırakırsan 60-90 sn arası dirilmesi lazım. Ama bazı firmalar elektrik ile öldürüyor. Bu durumda hayvan mundar olur. Bu elektriği vermelerinin nedeni tavuğun çırpınarak banttan çıkmaması içindir.

Çok tatli bir video ama gerçekçilik hatsafhadadır...

Biraz olsun bu konuya ilgi gösterdiyseniz bu linki izleyin arkadaşlar: http://www.vidivodo.com/video/-dr-oz-show-tavuk-yeminde-kullanilan-antibiyotiklerin-zararlari/629321

Antibiyotikli tavuklar: Her şeyden önce vücuda antibiyotik girdiği için mikroorganizmalar antibiyotiklere karşı bağışıklık kazanır. Böylece hastalandığınızda normalinden daha yüksek dozda antibiyotik kullanmak gerekir. Tavukların yemine, suyuna konan, ayrıca iğne yoluyla da vücutlarına sokulan antibiyotik ve hormonlar yoğun olarak damarlarda bulunuyor. Bunlarda kısa sürede vucüttan atılmadığı için bunu tüketen tüketicide direk antibiyotikli tavuk yemek zorunda kalıyor. Tavuk yiyen kesimin büyük çoğunluğuda bu tüketim ürününü diyette baş yşyeceği olrak seçtiği için ve çok fazla tükettiği içinde beklemeden aldığı antibiyotikle karşı karşıya kalıyor.


İnsanın fazla kullandığı antibiyotiğin zararlarını anlatıyor ya küçücük tavuklara ne oluyor.
Neler olduğunu İsteyen izler ama herkes bilir

21 Mayıs 2012 Pazartesi

.....Dünya'nın Milli İçeceği COCA COLA.....


                    8 Mayıs 1886’da Eczacı Dr. John S.Pemberton, Georgia Atlanta’da üç ayaklı pirinç bir çaydanlıkta lezzetli ve serinletici bir şurup yaptı. Karbonatlı su ile karıştırdığı şurubu dostlarına ikram etti. Bu yeni şurup öylesine beğenildi ki Dr. John S.Pemberton Jacob’s eczanesinin bahçesinde bardağı 5 cent’ten satışa sundu. Günlük satışı ortalama 5 bardaktı.
Dr. Pemberton’un ortağı Frank Robinson iki C harfinin mükemmel bir estetik yaratacağını düşündü ve kendi el yazısıyla Coca-Cola’nın bugüne kadar değişmeden gelen logosunu yarattı.
29 Mayıs 1886 tarihinde ilk Coca-Cola reklamı The Atlanta Journal’da yayınlandı. 1886’da “Nefis ve Serinletici” sloganı ile yola çıkan Coca-Cola reklamlarda her zaman yaşamın birlikte geçirilen eğlenceli yanlarını ortaya çıkarıyordu. İlk nakliyatı, parlak kırmızı fıçılarla yapıldığı için, günümüzün en sevilen içeceğinin simgesi de kırmızı oldu.
Dr. Pemberton’un ölümünden sonra Coca-Cola’nın haklarını 2 bin 300 dolara satın alan Asa Candler, 1892’de 100 bin dolar sermaye ile kurulan şirketinin dünyanın 200 ülkesinde satılacak bir ürünü pazarlayacağını tahmin bile edememişti. Sadece bir “ürün” mü… Elbette hayır. Çağa damgasını vuracak bir kültürdü yaratılan. Damaklarda keyif ve eğlencenin adı olacak bu içeceğin ambalajı da özel olmalıydı.
Coca-Cola’nın şişelenmesine 1894 yılında küçük bir şekerci dükkanında tek makine ile başlandı. Geniş çaplı şişeleme yöntemine ise 5 yıl sonra geçildi. Ancak taklitlerinden ayırt edebilmek için farklı bir ambalaja ihtiyaç vardı. “Kırıldığında veya karanlıkta bile Coca-Cola şişesi olduğu anlaşılsın” arzusundan yola çıkılarak Root Glass Şirketi’nden yeni bir tasarım çalışması istendi. Dönemin ünlü tasarımcıları Alexander Samuelson ve Earl Dean hemen çalışmalara başladı.
Coca-Cola 1920’ye gelindiğinde artık bütün ABD’de pazarlanıyordu. Ardından uluslararası bir ürün olma yolunda ilk adım atıldı. Coca-Cola 20 yıl içinde Küba ve Porto Rico’da üretilmeye başlandı. Ardından Panama, Filipinler ve Guam, 1920’de de Fransa’ya ihraç edilmeye başlandı.
1950 yılında Coca-Cola ünlü Time dergisine kapak olan ilk ürün oluyordu. Time,Coca-Cola’yı “Dünya ve Dostu” manşetiyle tanımlıyordu. 1965 yılında da Türkiye’ye geldi. Aya ilk kez ayak basan Neil Amstrong, ay yolculuğu dönüşü New York Times Square’de “Coca-Cola’nın Evine, Dünyaya Hoşgeldiniz” pankartıyla karşılanıyordu.
.....İnanılmaz reklamlarından bazıları......


Aaaa sakın bu yazıyı yazdım diye coca cola sevdalısı sanmayın, ben sadece coca cola bağımlısıyım...
Başka bir yazıda da coca cola'nın zararlarını yazmayı diliyorum ve onun içinde şuan cola içiyorum.
İçilmemesi gereken ama dünyanın içtiği, bugün bırakıyorum dedirtip yarın buz gibi bir şişe cola içen insan oğlunun içeçeği....

....BAZI GERÇEKLERİ UZUN UZUN ANLATMAYA GEREK YOKTUR....



              19 MAYIS 1919 tarininde bu vapura binme cesaretini gösteren ve indiğinde de bu vapurda  olmanın sadece bir başlangıç olduğunu bize kanıtlayan dedelerimize ve Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK'e saygıyı bir borç bilirim. ,

  ...Bu silüet hep kalbimizin üstünde yaşayacak.....

18 Mayıs 2012 Cuma

KOT DELİKANLIYI BOZAR









  Tamam tamam benimde kıçımda şuanda bir jean var onun için  birşey diyemiyorum
sanmayın;



Jean 1850′li yıllarda, Almanya Yahudilerinden bir tüccar olan Levi Strauss, “Levi’s” ismi altında blue jean’ler üretmekte ve Kaliforniyalı madenci topluluklarına satmaktadır. Strauss’un sürekli müşterilerinden biri de terzilikle uğraşan Jacob Davis’dir, şirketten sürekli kıyafetler satın alır. Davis, müşterilerinden birinin, cep kenarları, düğme yerleri yırtılan pantolonları güçlendirmek için kumaş satın aldığını fark eder.


 Bunun üzerine kafa yoran Davis’in aklına bir fikir gelir: Pantolonların gergin olan noktalarını desteklemek için bakır perçinler kullanmalıdır!

Ne var ki Davis’in patent alabilecek kadar parası yoktur. Bu sebeple Strauss’a mektup yazar, beraber iş kurmayı teklif eder. Strauss başarılı olabilecek bu fikri hemen kabul eder, ikili, 139,121 nolu patenti alırlar.

“Cep açıklığı bağlantılarını güçlendirme” isimli bu patent kabul edildiğinde, takvimler 20 Mayıs 1873′ü göstermektedir.

Sonrası bildiğiniz gibi… Levi’s dünyayı kaplar.


      Evet, olay buraya kadar çok güzel ve
dünyada en çok satılan kıyafet modeli Jean olur.
 Ama şunuda unutmamak gerek resimlere baktığınızda M.Kemal Atatürk başta olmak
 üzere, Coco Chanel ve resimlerde gördüğünüz yüzler hepsi bakımlı  hepsi temiz ve kadın erkek hepsi jilet gibiler.


       Belki basit kolay ve ucuz bir giyim olabilir, bazen çok güzel bir giyim tarzı yakalanabilir Jean
sayesinde ama hiçbir zaman yanda filinta gençler
gibi durmaz o Jeanler....

    

              yandaki Genç kızların modasına dikkat edin dünyada şu anda nerede olursanız olur dört
genç kız görseniz bunlardan enaz 2 tanesi baştan
beri anlattığımız gibi Jean giymiş olurlar.

             M. Kemal Atatürk ve arkadaşlarının giydiklerini sadece takım elbise olarak görmemek gerek, içindeki süheterler, ellerindeki bastonlar, gözükmeyen ayakkabılar (tabiki yılan derisi)




 mendiller, çoraplar, cep saatleri, ceketlerin kesimi, pantolonların boyları ve tabiki
 olmazsa olmaz aksesuar Şapkalar....
          

              Bir erkeğin saygınlık belirten en büyük özelliği şapkası...




                       Evet birde yıl 2012 sokak  moda bakalım diyeceğim ama ne  modası tayt diye bir unsur, benimde giydiğim converse denen illet, kafam kadar çantalar, hadi Jean dedik oda yırtık pırtık olmak zorunda mı ?




                 Tabiki olmazsa olmaz noktalardan biride        Tişörtler  ne olduğu belli olmayan insanı yanına yaklaştırmayan o tişörtler ah ah....

                 

     Şu parmak arası terlikleri kim buldu...
  
     Lütfen yardım edin ..................................

     Galiba soldaki resimde olduğu gibi bir tarz isteyenlerin yukarıdaki gerçek bir tarza sahip olan modayı takip etmeleri tavsiye ederim.






                                                EMİR BEGİT


16 Mayıs 2012 Çarşamba

BİR DÖNEMİ ANLATAN DÖNEM İNSANI TURGUT ÖZAKMAN

                  Bazı insanlar ömürleri boyunca bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mantığında hayatlarını idam ettirirler ama bazıları vardır o ne kadar insana ulaşıp gerçekleri anlatabilirse, ne kadar doğrular için savaşabilir ise mutlu olurlar ve hayatlarının amacı daha çok şey öğrenip öğrendiklerini onu sevenlere anlatabilmektir.


                  İşte o insanlardan biri 'TURGUT ÖZAKMAN' 1 Eylül 1930 yılı Başkent doğumlu, Başkent üniversitesine öğrenci olarak girip fahri doktora alarak devam eden ŞU ÇILGIN TÜRK hayatının 50 yılını  adadığı Şu ÇILGIN TÜRKLER serisine 2005 yılında Kurtuluş Savaşı ile başladığı roman haytına inanılması güç bir seri olrak sırasıyla Diriliş Çanakkale (2008), Cumhuriyet Türk Mucizesi (2009), Cumhuriyet 2 Türk Mucizesi (2010) ve son olarak yakın zamanı anlatın Çılgın Türkler Kıbrıs (2012) ile bana Tarih okumanın sıkıcı olmadığını aksine Tarihini bilmemenin talihsizlik olduğunu birkez daha anlatmış oldu.


                 Bu ÇILGIN TÜRK'ün yerine belki ondan daha çılgın Türkler gelecek ama kimse o günleri yaşamış olmayacak. Tarihi yazanlar tarihin tozlu sayfalarının arasında kalmazlar.



                                                                                                    EMİR BEGİT
               

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Winnigh Eleven serisinden Pes 2012 ye

                    Winning elewen 3 2003 yılında karşıma çıktığında daha ps2 nedir bilmiyordum. Ben ve arkadaşlarım bilgisayardaki oyun zevkinin hiçbir yerde yaşanmıyacağı hakkında yorumlar yaparken ( tabiki amiga da sensible soccer oynayan bir topluluk olarak) http://www.youtube.com/watch?v=jMXvcDXFOAc karşımıza o küçük kutuda istediğin yere taşıyabildiğin ve futbolcu isimleri sayesinde japonca yı öğrenen büyük bir topluluk çıktı.( http://www.youtube.com/watch?v=XtfgCyhFUG0 ) İnanılmaz oyun deneyimleri yaşadığım bir oyun serisine başlamış oldum. Beni bu konsolun tutkunu yapan oyun uzun ve meşakatli bir yoldan sonra ps3 ve pes serisi ile kendinide aşarak inanılması zor bir topluluğu bağımlı haline getirdi. (http://www.youtube.com/watch?v=Q9tYBRSREZU )
                     Bazen gerçek anlamda futbol oynamaktan çok daha zevk aldığım bir platform haline gelen pes 2012 serisi oynamaktan zevk aldığım arkadaşlarım sayesinde ödül kumpanyasına dönmüş nulunmaktadır.
                     Konami şirketinin başımıza böyle bir fenomen çıkarmasından dolayıda şirket çalışanlarına teşekkür ederim.
                     Bana büyük mutluluklar yaşatan  genelde yüzüm gülerek ayrıldığım arkadaşlarım eren, fatih, hasan, baki, alkın, salih, serkan  bu yazımda yervermekten mutluluk duyarım.

 Dipnot: EREN OKAR, FATİH ATALAY en kısa sürede borçlarınızı ödeyiniz. Yoksa 7 gün içinde icra takibi başalatılacağını bildiririm.           


                                                                                          EMİR BEGİT

                    

13 Mayıs 2012 Pazar

ANNELERİMİZ

 
                      13.05.2012 sabahı uyandığınızda aklınıza ilk gelen duygunun sizi sevenlerin sizinle  birlikte olacağı hissini hissetmeniz paha biçilemez bir duygu olsa gerek... (ben bu duyguyu bugün yaşadım)

                      Siz siz olun sevenlerinizle vakit geçirmek için bol bol zaman ayırın sevenlerinize .....
      

                      Anneler anne olmanın hissini yaşayamasamda sizin yanınızda olduğum sürece o bakışlarınızdaki gücü hissediyorum ve dünyanın bütün annelerinin ellerini öpüyorum....

Türkiye'de futbol


Tarih 12.05.2012 saat 23:59 yer Kadıköy Şükrü Saraçoğlu Stadı Galatasaray spor kulübü oyuncuları kupalarını almak için sahaya çıkıyorlar sonrada kupayı alıp sevinç naraları atacaklar, ya türk futbolunun kaybettiklerini kim bir kupa yapıp birilerine kaldırması için verecek.



Biraz geçmişe gitmemiz gerekiyor. Ben bir galatasaray taraftarıyım, takımımı seviyorum ama şu karıştırılmasın ben futbol hastasıyım, demem şudurki futbol benim için galatasaray dan önde geliyor. Hadi bir yıl öncesine gidelim, Fenerbahçe spor kulübü müthiş bir 17 de 16 maçlık galibiyet serisiyle istatistikleri altüst ederek şampiyonluğu hakederek şampiyonluk kupasını alıyor. Taraftarıda şampiyonluğu sokaklarda kutluyor. Bir pazar sabahı televiyonu açtığımda türk futbolunda hep dilden dile konuşulan ama birini sıkıştırdığında 3 maymunu oynayanların bildiği sonradan şike skandalı ve 3 Temmuz olayları olarak hatırlanacak olaylar sinsilesi başlamış oluyor. Kimin suçlu kimin suçsuz olduğunu yargılamak için hazırlanan düz beyaz kağıtların dosyalar halinde odaları dolduracak kadar çoğalması kamera görüntüleri derken ses bantları da var diyenlerle beraber bizi çok büyük bir kuyunun içine çekmeye başlayan konunun koca bir ligi ve yetmiş milyonu uyutma yöntemlerinden biride olabileceği aklımın bir yerini hep kurcaladı. Şu bir gerçek Fenerbahçe futbol takımı böyle zor dönemlerden spor toto süper ligin final maçına kadar elindeki değerleri en iyi şekilde kullanarak son dakikaya kadar şampiyonluk için savaşma fırsatı bulmuştur.

Bu takımın oyuncularını ve tabiki bazen büyük tepkiler verselerde taraftarlarına çok büyük saygı duymaya başladım. Evet bizim ligimiz avrupanın piyasa değeri olarak en büyük 4. ligi, 400 milyon dolar a ihalesi yapılan bir ligin futbol değeri bu olmasa gerek ama elimizdeki yönetim tarzı ve tabiki futbola bakışı bu kadar dar olan insanlarla dolu bir topluluktanda bundan fazlası beklenemez. Türkiye tam bir kaos ülkesi oldu ne yazık ki, buda ister istemez futbolda da çok büyük bir benzerlik taşıyor.Bir ligin değeri o ligde oynayan futbolcu kalitesi ve oynan futbol belirler bizde ise yayıncı kuruluşun hesap yapmadan nasıl olsa biz bir formül buluruz (playof) deyip karşımıza böyle bir kaos ülkesi için en büyük tehlike olan karşı karıya gelip siz birbirinizi yiyip bitirin bende bundan çok büyük bir rant elde edeyim diyerek herkesi birbiriyle kafa kafaya bırakmış oldu. Sonuç beklenildiği gibi çok daha fazla düşmanlık doğurdu. Bu işlerin çözümü çok basit gerçek anlamda futbolu seven insanlarla olur. Holigan mantığındaki yöneticiler, tff üyeleri ile bu işi olmayacağı uzun bir süredir bellidir. Suçu kendimizde aramalıyız. Suçun neresinde olduğumuzu ve ne yapmamız gerektiğini öğrenirsek o zaman çözümlerde bulunmak çok daha kolay olacaktır.




Artık sonuca geldik ama bunun sonucuna sadece başlı başına yazmak gerekir. Çünkü girişi ve gelişmesini sindirmek lazım, ondan sonra sonuç için hazırlıklı olmalıyız. Futbol bir oyun, oyunun içinde olmayı sevenler ondan zevk almak istedikleri sürece oyun olarak kalacaktır.











EMİR BEGİT

FUTBOL BİR OYUN

Dünyada futbol


Evet, konu gene Futbol. Bu aralar ne yazık ki stresli ve ilginç olayların olduğu futboldan başka birşey konuşulmaz oldu. Ben bu yazıyı yazarken Avrupa'nın Şampiyonlar belirlenmiş olacak. Herzaman günü bugünü düşünen türk futbolu; bazı avrıpa takımları veya örnek vermek gerekirse Borussia Dortmund, Montpellier, Bilboa, lizbon, porto, hoffeniam gibi takımlar hep geleceği düşünüyorlar, zaten geleceği düşündükleri için o gün geldiğinde hazır oluyorlar. Fransa'nın süper takımı PSG 150 milyon euro harcamış, Türkiye' nin en iyi defans oyuncusu Lugano yedek oturuyor. Tek bir oyuncusun değeri kadar olan Montpellier in puan kaybetmesi için bekliyorlar. Bayern Münich solda ribery 40 milyon euro sağda robben 40 milyon euro kalede neuer 30 milyon euro (hem bu oyuncuların alım değerleri bu fiyatlar yani yaratılan bir fiyat değil ) ama orada da şampiyon Borussia Dortmund. Golcüsü levandovski 3 yıl önce türkiye de iyi bir takıma teklif edilmiş o oyuncuyu 400 bin euro ya alıp şuan 15 milyon euro ya çıkartan dortmund şampiyon. Burada yanlışlığı kim yapıyor. Bana göre dünyada iki üç tane sistem var. Biri; hazır ve bazı yetenekleri olan oyuncuları yüksek fiyatlara alıp karma bir takım kurmak ve bu işi kısa sürede halletmeye çalışmak ( tabiki bu başarı bulunduğun lige göre değişir) ki çok zor ve devamlılığı olmayan bir seçim.Biraz bilgisayar önünde oynamak gibi geliyor bu sistem bana fm yi açıp takımı seçip oyuncular alıp sonra iş kötü gidince yeniden açıp aynı oyuncuları almamak gibi geliyor.Sıra benim fazlasıyla sevdiğim ve genel olarak son yıllarda devamlı başarının geldiği tamamen bir fabrika gibi çalışan sisteme geldi. Bunun için bir şema yaratalım bence; örnekler ( barca, dortmund, montpellier, bilboa, porto, ajax, arsenal) ilk başta kulüp gibi yönetileceksiniz. ÖRNEKLERİ yukarıda var size en yakınının ve size uyabildiği kadarını alacaksınız. Bir tane yönetim şeması olacak, herkes birbirine bağlı ve bilgi paylaşımcı olacak. İş bölümü yapılmış bir yerde çalışanlar bilirler, sadece işlerini yaptıklarında başarının geleceğini, (ama şunuda unutmamak lazım bu ülkede kaos sistemi var) parantezdeki sorun içinde kurt lakaplı bir hoca gerekli. Bir duruşu olan yeri geldi mi soruna direk gögüs geren, oyuncunun düşüncesini gözünden anlayan yeteneği görebilen isteyene formayı veren, futbolcunun verimliliğini %80 lere çıkarabilen bir antrenör. (bayağı morinho oldu sanki. Ama bu işi türkiye de yapabilecek en az beş hoca var) Olmazsa olmazlardan biride antrenörün iş yükünü azaltan zamamını kaliteli kullanmadını sağlayan uyumlu sokak ağızlı futbolun piçi olmuş sportif direktör gerekir. Yönetimden en önemli istek transfer ve maddi durumun düzenidir yönetimin sadece bu işlerle ilgilenmesi gerekir. Kulübün yaturım aracı olan en önemli faktör scout ekibidir. Scout ekibi kulübün malıdır, hocanın değil, en az 200 kişilik oyuncu havuzu olmal, ekstrem bir durum olmadığı sürwce uzun süredir gerçek anlamda takip edilen oyuncular antrenöre sorulur analizleri yapılır artıları eksikLeri karşılaştırılır ve transfer yapılır. Tabiki herşey toz pembe gitmeyebilir eksikler olabilir ama kurt hoca bu eksiklikleri kadrosundan bulup çıkarması için oradadır. Bundan sonra yönetim olarak sizden istenen sorunlar aşşağıya inmeden kesin bir şekilde sonuçlandırılmalıdır. Sonuç şampiyon olmak için değil, takımın başı dik alkışlanarak sahadan ayrılmasıdır. E tabiki şampiyon olursak birey demeyiz he..            t